World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Sri Lanka

Yazıcıya hazırla

Tsunami felaketinin toplumsal kökleri

Yazı Kurulu
11 Şubat 2005

Asya’da meydana gelen tsunaminin yarattığı yıkım kaçınılmaz bir durum değildi. Tam tersine bu yıkım kâra dayalı sistemin akıldışı ve gayrı-insani doğasını çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Tsunamiyi henüz insanoğlunun denetleme gücüne sahip olmadığı ve doğal güçlerin yarattığı doğrudur. Ancak modern teknolojinin sunduğu olanaklarla büyük çoğunluğun yaşadığı ıstırabı önlemek, meydana gelen ölümlerden ve yıkımdan kaçınmak kesinlikle mümkündü.

Eğer deprem ve tsunami Pasifik Okyanusu’nda meydana gelmiş olsaydı yol açacakları sonuçlar çok farklı olacaktı. Pasifik Okyanusu’nda on yıllardır, özellikle Kuzey Amerika ve Japonya’nın sahil şeritlerini korumak için geliştirilmiş olan yüksek teknolojiye dayalı bir erken uyarı sistemi var. Bu sistem ilk sarsıntıdan birkaç dakika sonra ilk uyarıları yapmış olacaktı. Belirli sayıda insan - ki çoğunluğu en az korunan bölgelerde yaşayan yoksullar olacaktır - kaçınılmaz olarak etkilenecek olsa da, hem insanların büyük çoğunluğu hem de yaşamsal önem taşıyan altyapı büyük ölçüde yara almadan ya da hasar görmeden kurtulmuş olacaktı.

Ancak Hint Okyanusu’na kıyısı olan ülkelerde böyle bir uyarı sistemi yoktu. Sonuç olarak da tsunami tamamen hazırlıksız bölgelerde yaşayan insanları vurdu. Tehlikeye en çok açık olanlar, yoksulluk nedeniyle kıyıda, hiçbir koruma sağlayamayacak olan derme çatma barakalarda ve kulübelerde yaşamak zorunda bırakılan insanlardı. Bu insanlar tsunami öncesinde herhangi bir şekilde uyarılmadıkları gibi, yetkililer bu insanları yaklaşan tehlikeyi gösteren belirtilerin nasıl tespit edilebileceği konusunda hiçbir zaman bilgilendirmediler. Daha kimse ne olup bittiğini anlamadan köyler ve kasabalar bütünüyle yerle bir oldu ve buralarda yaşayan insanları dalgalar alıp götürdü.

Bütün Asya’da ve Afrika’nın bazı bölgelerinde milyonlarca insanın çektiği korkunç ıstırap temel altyapının yetersizliği nedeniyle ikiye katlandı. Tsunamiden etkilenen ülkelerin tamamında, en iyi zamanlarda bile temel hizmetler -ulaşım, iletişim, elektrik ve su - büyük ölçüde yetersiz kalmaktadır. Felaketin ardından acil durum ve sağlık hizmetleri bütünüyle boğulup kalmış durumda. Yüz binlerce insan yaşamak için gerekli olan temel ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda. Olayın üzerinden neredeyse dört haftaya yakın bir süre geçtiği halde yardım işçilerinin henüz daha ulaşmaları gereken uzak bölgeler var.

İşin başında dünyanın önde gelen merkezlerinde hükümetlerin verdikleri tepkiler egemen seçkinlerin Üçüncü Dünya adı verilen ülkelerde yaşayan kitlelerin içinde bulundukları kötü duruma yönelik hor görülerini ve kayıtsızlıklarını sergiledi. Sıradan insanların gösterdikleri muazzam duygudaşlık ve cömertlikle taban tabana zıt bir biçimde ne Bush ne de Blair tatil planlarında bir değişiklik yapmayı bile gerekli görmediler. Bush ve Blair’in konuyla ilgili olarak yaptıkları gecikmeli açıklama ancak ilgisizliklerinden dolayı ciddi bir siyasi mahcubiyetin ortaya çıkma tehlikesi ortaya çıkınca gerçekleşti.

Bu tepki de rastlantısal olan herhangi bir yan yoktur. Bu, aslen ezen ve ezilen toplumlar arasında varolan ve her gün yaşanmakta olan temel ekonomik ilişkiyi yansıtmaktaydı. Önde gelen emperyalist merkezlerdeki bir avuç ayrıcalıklı seçkinin sağladığı muazzam servet birikimi, Asya, Afrika ve başka yerlerde ucuz emek gücü sömürüsüyle elde edilen kârların doğrudan bir sonucudur. Diğer bir deyimle gelişmiş ülkelerdeki siyasi, mali ve sanayi seçkinin debdebeli yaşam tarzı bütünüyle en yoksul ülkelerdeki milyonların yoksullaştırılmasıyla sürdürülüyor.

Bu ilişkiyi yansıtan çok sayıda istatistik var. Forbes dergisinin her yıl yayınladığı, içinde yer alanların yarıya yakınının Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşadığı, dünyanın milyarderleri listesi geçen yıl 587 kişi ile rekor kırdı. Bunların toplam serveti 1,9 trilyon dolara ulaştı -dünyadaki en yoksul 170 ülkesinin gayrı safi yurtiçi hasılalarının toplamından daha fazla. Buna karşılık bir BM raporu 2003 yılında en az bir milyar insanın yaşamak için gerekli olan en temel şeylerden yoksun olarak "aşırı yoksulluk" içinde yaşadığını ve bu insanların yaşam koşullarının kötüleştiğini ortaya koyuyordu.

ABD, Britanya ve diğer emperyalist merkezler için Sri Lanka ve Endonezya’da her şeyini -aile üyelerini, evlerini ve rızklarını- kaybetmiş olan köylüler ve balıkçılar, küresel sermayenin faaliyetlerinde marjinal bir yere sahipler. Bu nedenle bu insanların kaderi konu dışı olarak görülüyor. Herkes doğal felaketlerin Asya’yı düzenli olarak kasıp kavurduğunu biliyor. Tek bir yıl geçmiyor ki büyük seller ve tayfunlar evleri ve insanların yaşamını mahvetmesin; fakat kurbanları tehlikeye karşı daha korunaklı hale getirmek için hiçbir zaman bir şey yapılmıyor.

Dünya mali basınının, tsunaminin etkisi üzerinde hep birlikte rahat bir nefes almaları olayı özetliyor. Aceh’teki petrol ve gaz alanları gibi önemli yatırımlara bir şey olmamıştı ve kurbanların pek azı kendilerini sigorta ettirebilecek durumda olduğundan sigorta ödemeleri asgari düzeydeydi. Turizm zarara uğramıştı ancak hızla toparlanabilirdi. Dünyanın dört bir yanındaki borsalar -Asya bölgesindekiler de dahil olmak üzere- deprem ve tsunamiyi pek de kale almadılar.

Tsunamiden etkilenen ülkelerde sadece çok küçük bir kesim -yerli halkın dev ulus-ötesi şirketler tarafından sömürülmelerine yardımcı olanlar- yabancı yatırımların artışından fayda sağladılar. Çoğunluk söz konusu olduğunda ise, Dünya Bankası ve İMF tarafından küresel sermaye adına dayatılan çeşitli ekonomik yeniden yapılanma, özelleştirme ve yapısal uyum programları sadece yaşam standartlarının kötüleşmesine yol açtı.

Ekonomik sömürü siyasi baskıyla el ele gider. Bütün Asya’da ulusal burjuvazi bu ilişkilerin sürmesi ve kendi iktidarını sürdürmeyi ancak askeri diktatörlükler aracılığıyla ya da halkı bölgecilikle ve iç savaşla bölerek başarabiliyor.

"Yardım" vaatlerinin ardında yatanlar

Büyük güçler felaketi bir hafta boyunca tam anlamıyla görmezlikten geldikten sonra aniden 180 derecelik bir dönüş yaptılar. Jakarta’da yapılan uluslararası bir zirvede yaklaşık 5 milyar dolar tutarında yardım ve destek taahhüdünde bulunuldu -yardım sağlayan ülkelerin bütçeleri ile kıyaslandığında bu tutar zerre kadar kalıyor ve milyonlarca tsunami kurbanının ihtiyaçlarının yalnız küçük bir bölümünü karşılamaya yetiyor. Ancak daha da önemlisi diğer ülkelerle birlikte ABD ve Avustralya’nın askeri güçleri en ağır darbeyi yemiş olan iki ülkede -Sri Lanka ve Endonezya’da- yürütülen "yardım" operasyonlarında yer aldılar.

Bu belirgin duyarlılık değişikliğine belirli sınıf çıkarları kılavuzluk etti. Fazlasıyla göze çarpan kayıtsızlıklarını unutturacak devasa bir halkla ilişkiler uygulaması olmasının yanında Bush, Blair, Howard ve diğerleri felaketin kendi ekonomik ve stratejik amaçlarına hizmet edecek şekilde sömürülebileceğine karar verdiler. Bu, Beyaz Saray açısından Irak’ın yasadışı yeni-sömürgeci işgali ile meşgul olan ABD ordusuna "insani bir yüz" kazandırma olanağını veren bir fırsattı.

Bush tarafından Dışişleri Bakanlığı görevine atanması üzerine, kısa bir süre önce yapılan Senato Dış İlişkiler Komitesi’nin bir oturumunda, Condoleeza Rice tsunaminin "sadece ABD hükümetinin değil, fakat Amerikan halkının duyarlılığını göstermek açısında harika bir fırsat olduğunu" açıkladı. Sözlerine şunları ekledi: "Ve bize büyük bir kâr payı sağladığını düşünüyorum."

Felaket, Vietnam Savaşı’ndan bu yana güney Asya’daki en büyük ABD askeri varlığı için bir mazeret sağladı -bu Bush yönetiminin 2001 yılında göreve başlamasından bu yana arzu ettiği bir şeydi. Bush yönetimi, bölgedeki hükümetler büyük bir toplumsal tepki yaratmasından endişe ettikleri için, şu ana kadar "terörizme karşı savaşı" bu amacına ulaşabilmek için büyük ölçüde kullanamadı. Oysa şimdi ABD askerleri Sri Lanka ve Endonezya topraklarındalar. Her iki ülke de, ABD’li askeri stratejistler tarafından uzun zamandır yaşamsal öneme sahip olduğu düşünülen, Ortadoğu ve Asya-Pasifik bölgesi arasındaki ana nakliye hatlarının iki bacağı üzerinde yer alıyorlar.

Endonezya’da tsunami Washington’ın Endonezya silahlı kuvvetleri (TNI) ile yakın ilişkiler kurmasına izin verdi. Suharto’nun devrilmesinin ardından ABD kendisini TNI’dan ve onun acımasız baskıcı geçmişinden uzaklaştırmak zorunda kaldı. Şimdi, hem de TNI hali hazırda ayrılıkçı isyancıları ezmeyi ve Aceh halkını terörize etmeyi amaçlayan yıpratma savaşını sürdürürken, ABD askerleri Aceh’te TNI güçleriyle el ele vermiş çalışıyorlar.

Mali yardıma gelince, gelen her dolar beraberinde belirli koşullar getiriyor. Dev inşaat şirketleri daha şimdiden verilecek olan yağlı, yeniden inşa ihalelerini alabilmek için sıraya girmiş durumdalar. Avustralya hükümeti yapacağı 1 milyar dolarlık yardımın, Birleşmiş Milletler aracılığıyla değil, Jakarta’ya yerleştireceği, Endonezyalı taydaşları ile birlikte çalışacak olan kendi görevlileri tarafından denetlenmesi ve dağıtılması konusunda ısrarcı oldu. Diğer şeylerin yanı sıra bu uygulama asıl fayda sağlayanların Avustralyalı şirketler olmasını güvence altına alacak.

Tsunami kurbanları ile ilgili duyulan endişe en son göz önünde bulundurulan şey. Bütün yardım operasyonunun ardında, tsunamiden kurtulmuş olanların her şey için müteşekkir olmaları gerektiği şeklinde dile getirilmeyen bir varsayım var. Gelişmiş ülkelerde hayvanlar için uygun bulunmayacak koşullar -aşırı kalabalık ve uygun kanalizasyon ya da temiz sudan yoksun, pislik içindeki mülteci kampları- tsunami kurbanları için iki yıl hatta daha uzun süre için uygun barınma koşulları olarak görülüyor. Tsunami kurbanlarının bundan sonrasında eski yaşamlarına -ucu ucuna sürdürdükleri, aynı yoksulluk içinde yaşamlarına - ve muhtemelen daha öncesinde olduğu gibi tehlikeye açık aynı sahil bölgelerine - dönebilmeleri durumunda kendilerini şanslı saymaları gerekiyor.

Hint Okyanusu’na şimdi bir uyarı sistemi kurulabilir. Ancak seller, siklonlar ve diğer doğal felaketler nedeniyle her yıl yaşanan ölümlere yol açan koşulları değiştirmek için hiçbir şey yapılmayacak.

26 Aralık trajedisi bir kez daha geçtiğimiz yüzyılın muazzam bilimsel gelişmeleri ile milyonlarca insanın içinde yaşamaya mahkum edildiği geri kalmışlık arasındaki eşitsizliği vurguladı. Geçtiğimiz yirmi yıl boyunca üretimin küreselleşmesi insanlığın ekonomik kapasitesini çok geliştirdi, kaynakların dünya ölçeğinde planlanmasını ve yayılmasını ve dünyanın her bir köşesindeki insanların insan onuruna yakışan bir yaşam standardına ulaşmasını sağlayacak koşulları yarattı.

Ne var ki kârı esas alan bu sistem varolduğu sürece bunu gerçekleştirmek olanaksız. Zenginle yoksul arasındaki derin toplumsal uçurum kapitalizme içsel olan ilişkilerin sonucudur. Toplumsal eşitsizliğin sona erdirilmesi, toplumun, ezici çoğunluğun acil toplumsal ihtiyaçlarının küçük bir azınlığın kâr etme gereksiniminden önce geldiği, sosyalist anlayış doğrultusunda, devrimci yeniden inşasını gerektiriyor.

Aynı zamanda bakınız
Makalenin İngilizce orijinali
(22 Ocak 2005)
Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı
( 3 Ocak 2005)

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır