DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Türkiye
Yazıcıya hazırla
Siyasi krizle birlikte polisin gaddarca uygulamaları da şiddetleniyor
Sinan İkinci ve Kerem Kaya
9 Ekim 2006
İngilizceden çeviri (25 Ağustos 2006)
Geçtiğimiz hafta Türkiyedeki günlük gazetelerin birçoğu Çiğdem Nalbantoğlu tarafından aralarında kadın polis memurların da bulunduğu çok sayıda polis memuruna karşı İstanbulun Beyoğlu ilçesinde açtığı davaya yer ayırdılar. Nalbantoğlu, yaptığı suç duyurusunda, yapılan bir üst araması sırasında polisin kendisini taciz ettiğini, dövdüğünü ve tehdit ettiğini söyledi.
Çiğdem Nalbantoğlu, Gümüşsuyunda Mahalle Muhtarı olarak görev yapıyor. Kendisi aynı zamanda Mor Çatı Kadın Sığınağının kurucularından biri.
Nalbantoğlunun suç duyurusuna göre, iki kadın polis memuru yolda yürürken kendisini durdurup kimliğini göstermesini istediler. Polis memurları Nalbantoğlunun çantasını aradılar ve telefon numaralarının olduğu ajandasında eski emniyet müdürünün ismini ve telefon numaralarını buldular. Nalbantoğlu, polis memurlarına muhtar olduğunu söyledi. Polis memurları buna, Nalbantoğlunun bir fahişe gibi giyinmiş olduğunu ima ederek, yeni emniyet müdürünün bölgeyi "bütün travesti, eşcinsel ve fahişelerden temizlemek" istediğini söyleyerek karşılık verdiler.
Nalbantoğlu, polis memurlarına kendisiyle nasıl bu şekilde konuşabildiklerini sorunca, konuşmanın havası daha da kötüleşti. Polisler, "Bizimle merkeze geliyorsunuz" dediler.
Nalbantoğlu, çevresini saran 20 kadar erkek polis tarafından küfürler eşliğinde itilip kakıldıktan sonra kan testi için önce Taksim İlkyardım sonra da Cerrahpaşa Hastanesi'ne götürüldü. Bütün bunlar polis kameraları ve olay yerinde bulunan kimi televizyon ekipleri tarafından filme alındı.
Eskiden olsa böyle bir olay "kahraman" polis gücünün aşırılıklarının hemen ört pas edilmesini gerektirirdi. Nalbantoğlunun başına gelenlere neredeyse bütün gazeteler tarafından yer verilmiş olması Türkiyenin siyasi görünümünde yaşanan önemli değişimlerin bir yansımasını oluşturuyor. Hiçbir gazete polisin suç işlemiş olduğunu iddia etmedi ancak yine hiç biri haberi gözlerden saklamaya da çalışmadı.
Türk polisi, özellikle siyasi muhaliflere karşı uzun yıllardır sürdürmekte olduğu ve herkesçe bilinen gaddarca uygulamalarıyla tanınıyor. Türkiyede polis gücüne her zaman için İslamcı ve faşist unsurlar egemen oldu. Türk polisi, özellikle Soğuk Savaş yıllarında, CIAdeki meslektaşları tarafından eğitilmiş olduğu için, işkence teknikleri konusunda çok yetkin.
Resmi rakamlara göre 12 Eylül 1980 darbesini izleyen dört yılda 178.565 insan göz altına alındı ve bu insanların tamamına yakını ağır bir biçimde işkence gördüler. Resmi göz altılara ek olarak yüzlerce insan kayboldu ve bu insanların tamamının öldürülmüş olduğu tahmin ediliyor. Resmi olarak gözaltına alınmış insanların yüzlercesi işkence tezgahlarında can verdi. Polis örgütü bu korkunç ve sistematik işkence uygulamaları içinde bir bütün olarak yer aldı.
Türkiyedeki egemen seçkinin güçlü kesimleri bir süredir Türkiyenin Avrupa Birliğine (AB) üye olması için baskı yapıyorlar ve bunun bir sonucu olarak polis gücü bir ölçüde de olsa dizginlenmeye çalışılıyor. Buna rağmen, polisin gaddarca uygulamaları sık sık kendisini göstermeyi sürdürüyor.
Örneğin 2005 yılında Türkiye ile AB arasında yürütülmekte olan görüşmelerin tam ortasında Dünya Kadınlar Günü eylemlerine katılanlar acımasız dövüldüler ve bu Türk hükümetini o sırada sıkıntıya soktu. Avrupa basını Türkiyede polisin gaddarca uygulamalarını büyük ölçüde göz ardı ediyor ve bu konuyu yalnızca Türkiye ile yapılan pazarlıklar sırasında Avrupalı güçlerin çıkarına olduğu durumlarda gündeme getiriyor.
Ne var ki kısa bir süre önce Türk ordusu daha sağcı bir çizgiye oturarak AB karşısında takındığı hayırhah tutumdan AB karşıtı bir çizgiye kaydı ve bu çizgi değişikliği hükümetteki AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) üzerinde de aynı yönde yansımasını buldu. Sağcı unsurlar bir kez daha hatırı sayılır bir etki gücü kazanırlar ve AB üyeliği umutları buharlaşırken Türk polisi kendisini yeniden güçlenmiş hissediyor.
Çiğdem Nalbantoğlunun başına gelenleri birkaç sağcı polis memurunun liberal bir kadına gösterdiği tepki olarak düşünmek bir hata olur. Bu tutum uzun zamandır Türk devletinin doruklarında devlet politikası haline gelmekte.
Bu süreç bir süredir polisin davranışlarının ötesine geçmiş durumda. Genel olarak siyaset de aynı yönde hareket ediyor. Son günlerde aydınlara yönelik hukuki saldırılar olağan hale geldi.
Bir süre önce Türkiyenin en tanınmış yazarlarından biri olan Orhan Pamuk geçen yıl bir gazeteye verdiği röportajda "Türk kimliğine hakaret ettiği" gerekçesiyle suçlandı ve bu AB ile yürütülmekte olan görüşmelerde önemli bir sorun haline geldi. Daha kısa bir süre önce uluslararası düzeyde beğeni toplayan gazeteci Elif Şafak benzer türden bir saldırıya maruz kaldı. Bugün onlarca gazeteci, yazar ve yayıncı mahkeme kapılarında sürünüyorlar.
Bütün bunlar Türkiyenin sistematik baskı günlerine geri dönmekte olduğunun bir göstergesi. Bölgede siyasi durum kötüleşirken -Kuzey Kıbrısta durum Türkiye açısından kötüye gidiyor, ABnin baskısı altında Ermeni soykırımı tartışması büyüyor ve ekonomik durum giderek daha fazla kırılganlaşıyor- ağır baskıcı uygulamalara neden geri dönüldüğünü anlamak zor değil.
Egemen seçkinin içindeki Türkiyenin ABye üye olabileceğine inanmaya devam eden kesimler bu durumu düzeltebilmeyi umuyorlar. Çiğdem Nalbantoğlunun yaşadıklarının kamuoyunun dikkatine sunulması bu umudun ışığında değerlendirilmelidir. Bunu, esas olarak hasarı kontrol altına alma çalışması olarak görmek mümkün.
Kuşkusuz bu güçlerin sorunun köklerine inmek gibi bir niyetleri yok. Ve bunun için çok iyi bir nedenleri var! Baskıcı önlemlerin sistemin ayakta kalması açısından esas olduğu kapitalist demokrasi biçimi altında, bu katmanlar acımasız bir polis gücüne ihtiyaç duymaya devam ediyorlar.
Bu tür uygulamalar ancak Türkiyeli emekçiler tarafından, diğer ülkelerdeki sınıf kardeşlerinin, yani uluslararası işçi sınıfının yardımıyla sona erdirilebilir.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|