World Socialist Web Site


Bugün Yeni
Olanlar

Haber ve Analiz
Tarih
Sanat Eleştirisi
Polemikler
Bilim
Bildiriler
Röportajlar
Okur Mektupları

Arşiv

DSWS Hakkında
DEUK Hakkında
Yardım

DİĞER DİLLER
İngilizce

Almanca
Fransızca
İtalyanca
İspanyolca
Portekizce
Lehçe
Çekce
Rusça
Sırp-Hırvat dili
Endonezyaca
Singalaca
Tamilce


ANA BAŞLIKLAR

Dünya ekonomik krizi, kapitalizmin başarısızlığı ve sosyalizmin gerekliliği
SEP/DSWS/TEUÖ bölgesel konferanslarında kabul edilen karar önergesi

Bush, Türkiye’ye Irak’ta PKK’ya saldırması için yeşil ışık yaktı
Türk-Kürt çatışmasındaki tarihsel ve siyasi sorunlar

Asya’da tsunami: neden hiçbir uyarı yapılmadı

Mehring Books’tan yeni bir kitap: Amerikan Demokrasisinin Krizi: 2000 ve 2004 Başkanlık seçimleri

Livio Maitan (1923-2004):
eleştirel bir değerlendirme

  DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Türkiye

Yazıcıya hazırla

Siyasi krizle birlikte polisin gaddarca uygulamaları da şiddetleniyor

Sinan İkinci ve Kerem Kaya
9 Ekim 2006
İngilizce’den çeviri (25 Ağustos 2006)

Geçtiğimiz hafta Türkiye’deki günlük gazetelerin birçoğu Çiğdem Nalbantoğlu tarafından aralarında kadın polis memurların da bulunduğu çok sayıda polis memuruna karşı İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde açtığı davaya yer ayırdılar. Nalbantoğlu, yaptığı suç duyurusunda, yapılan bir üst araması sırasında polisin kendisini taciz ettiğini, dövdüğünü ve tehdit ettiğini söyledi.

Çiğdem Nalbantoğlu, Gümüşsuyu’nda Mahalle Muhtarı olarak görev yapıyor. Kendisi aynı zamanda Mor Çatı Kadın Sığınağı’nın kurucularından biri.

Nalbantoğlu’nun suç duyurusuna göre, iki kadın polis memuru yolda yürürken kendisini durdurup kimliğini göstermesini istediler. Polis memurları Nalbantoğlu’nun çantasını aradılar ve telefon numaralarının olduğu ajandasında eski emniyet müdürünün ismini ve telefon numaralarını buldular. Nalbantoğlu, polis memurlarına muhtar olduğunu söyledi. Polis memurları buna, Nalbantoğlu’nun bir fahişe gibi giyinmiş olduğunu ima ederek, yeni emniyet müdürünün bölgeyi "bütün travesti, eşcinsel ve fahişelerden temizlemek" istediğini söyleyerek karşılık verdiler.

Nalbantoğlu, polis memurlarına kendisiyle nasıl bu şekilde konuşabildiklerini sorunca, konuşmanın havası daha da kötüleşti. Polisler, "Bizimle merkeze geliyorsunuz" dediler.

Nalbantoğlu, çevresini saran 20 kadar erkek polis tarafından küfürler eşliğinde itilip kakıldıktan sonra kan testi için önce Taksim İlkyardım sonra da Cerrahpaşa Hastanesi'ne götürüldü. Bütün bunlar polis kameraları ve olay yerinde bulunan kimi televizyon ekipleri tarafından filme alındı.

Eskiden olsa böyle bir olay "kahraman" polis gücünün aşırılıklarının hemen ört pas edilmesini gerektirirdi. Nalbantoğlu’nun başına gelenlere neredeyse bütün gazeteler tarafından yer verilmiş olması Türkiye’nin siyasi görünümünde yaşanan önemli değişimlerin bir yansımasını oluşturuyor. Hiçbir gazete polisin suç işlemiş olduğunu iddia etmedi ancak yine hiç biri haberi gözlerden saklamaya da çalışmadı.

Türk polisi, özellikle siyasi muhaliflere karşı uzun yıllardır sürdürmekte olduğu ve herkesçe bilinen gaddarca uygulamalarıyla tanınıyor. Türkiye’de polis gücüne her zaman için İslamcı ve faşist unsurlar egemen oldu. Türk polisi, özellikle Soğuk Savaş yıllarında, CIA’deki meslektaşları tarafından eğitilmiş olduğu için, işkence teknikleri konusunda çok yetkin.

Resmi rakamlara göre 12 Eylül 1980 darbesini izleyen dört yılda 178.565 insan göz altına alındı ve bu insanların tamamına yakını ağır bir biçimde işkence gördüler. Resmi göz altılara ek olarak yüzlerce insan kayboldu ve bu insanların tamamının öldürülmüş olduğu tahmin ediliyor. Resmi olarak gözaltına alınmış insanların yüzlercesi işkence tezgahlarında can verdi. Polis örgütü bu korkunç ve sistematik işkence uygulamaları içinde bir bütün olarak yer aldı.

Türkiye’deki egemen seçkinin güçlü kesimleri bir süredir Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) üye olması için baskı yapıyorlar ve bunun bir sonucu olarak polis gücü bir ölçüde de olsa dizginlenmeye çalışılıyor. Buna rağmen, polisin gaddarca uygulamaları sık sık kendisini göstermeyi sürdürüyor.

Örneğin 2005 yılında Türkiye ile AB arasında yürütülmekte olan görüşmelerin tam ortasında Dünya Kadınlar Günü eylemlerine katılanlar acımasız dövüldüler ve bu Türk hükümetini o sırada sıkıntıya soktu. Avrupa basını Türkiye’de polisin gaddarca uygulamalarını büyük ölçüde göz ardı ediyor ve bu konuyu yalnızca Türkiye ile yapılan pazarlıklar sırasında Avrupalı güçlerin çıkarına olduğu durumlarda gündeme getiriyor.

Ne var ki kısa bir süre önce Türk ordusu daha sağcı bir çizgiye oturarak AB karşısında takındığı hayırhah tutumdan AB karşıtı bir çizgiye kaydı ve bu çizgi değişikliği hükümetteki AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) üzerinde de aynı yönde yansımasını buldu. Sağcı unsurlar bir kez daha hatırı sayılır bir etki gücü kazanırlar ve AB üyeliği umutları buharlaşırken Türk polisi kendisini yeniden güçlenmiş hissediyor.

Çiğdem Nalbantoğlu’nun başına gelenleri birkaç sağcı polis memurunun liberal bir kadına gösterdiği tepki olarak düşünmek bir hata olur. Bu tutum uzun zamandır Türk devletinin doruklarında devlet politikası haline gelmekte.

Bu süreç bir süredir polisin davranışlarının ötesine geçmiş durumda. Genel olarak siyaset de aynı yönde hareket ediyor. Son günlerde aydınlara yönelik hukuki saldırılar olağan hale geldi.

Bir süre önce Türkiye’nin en tanınmış yazarlarından biri olan Orhan Pamuk geçen yıl bir gazeteye verdiği röportajda "Türk kimliğine hakaret ettiği" gerekçesiyle suçlandı ve bu AB ile yürütülmekte olan görüşmelerde önemli bir sorun haline geldi. Daha kısa bir süre önce uluslararası düzeyde beğeni toplayan gazeteci Elif Şafak benzer türden bir saldırıya maruz kaldı. Bugün onlarca gazeteci, yazar ve yayıncı mahkeme kapılarında sürünüyorlar.

Bütün bunlar Türkiye’nin sistematik baskı günlerine geri dönmekte olduğunun bir göstergesi. Bölgede siyasi durum kötüleşirken -Kuzey Kıbrıs’ta durum Türkiye açısından kötüye gidiyor, AB’nin baskısı altında Ermeni soykırımı tartışması büyüyor ve ekonomik durum giderek daha fazla kırılganlaşıyor- ağır baskıcı uygulamalara neden geri dönüldüğünü anlamak zor değil.

Egemen seçkinin içindeki Türkiye’nin AB’ye üye olabileceğine inanmaya devam eden kesimler bu durumu düzeltebilmeyi umuyorlar. Çiğdem Nalbantoğlu’nun yaşadıklarının kamuoyunun dikkatine sunulması bu umudun ışığında değerlendirilmelidir. Bunu, esas olarak hasarı kontrol altına alma çalışması olarak görmek mümkün.

Kuşkusuz bu güçlerin sorunun köklerine inmek gibi bir niyetleri yok. Ve bunun için çok iyi bir nedenleri var! Baskıcı önlemlerin sistemin ayakta kalması açısından esas olduğu kapitalist demokrasi biçimi altında, bu katmanlar acımasız bir polis gücüne ihtiyaç duymaya devam ediyorlar.

Bu tür uygulamalar ancak Türkiyeli emekçiler tarafından, diğer ülkelerdeki sınıf kardeşlerinin, yani uluslararası işçi sınıfının yardımıyla sona erdirilebilir.

Aynı zamanda bakınız
Makalenin İngilizce orijinali
(25 Ağustos 2006)
Türkiye: Mahkeme Orhan Pamuk’a karşı açılan davayı düşürdü
( 28 Şubat 2006)
AB, Türkiye’nin üyeliği konusunda krizde
( 16 Kasım 2005)

 

Sayfanın başı

Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.



Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır