www.wsws.org/tr/2008/feb2008/prof-f20.shtml
Gazi Üniversitesinde siyasi bilimler profesörü ve merkezi Ankarada bulunan Liberal Düşünce Topluluğu Derneği Yönetim Kurulu Başkanı olan AtillaYayla, 28 Ocakta, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürke hakaret ettiği gerekçesiyle 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu ceza Yaylanın bir yıldan fazla bir süre önce İzmirde yapmış olduğu bir konuşmadan kaynaklandı.
Mahkeme Profesör Yaylaya verdiği hapis cezasını erteledi. Ne var ki bu mahkûmiyet kararı, Yaylanın aynı suçu iki yıllık gözetim süresi için yeniden işlemesi durumunda infaz edilecek.
Yayla, 18 Kasım 2006da, İzmirde, Adalet ve Kalkınma Partisinin (AKP) İzmir İl Gençlik Kolları tarafından düzenlenen bir panelde konuşmuş ve 1925 ile 1945 yılları arasındaki, 1938de ölene kadar esas olarak Atatürkün yönetimi altında olan, tek parti dönemini eleştirmişti. Yayla bu konuşmasında, resmi propagandaya karşın, tek parti döneminin öne sürüldüğü kadar ilerici olmadığını ve kimi yanlarıyla "gerilemeye tekabül ettiğini" söylemişti.
Günlük gazetelerde yer alan haberlere göre Yayla mahkemede savunmasını yaparken şunları söyledi: "Ben bu konuşmamda Atatürk veya onun anısı hakkında konuşmadım. Ben Kemalizm hakkında konuştum. Cumhuriyetin bizi ortaçağdan kurtardığı söyleniyor; bu tartışmalıdır, dedim. Bu iddianın tartışmalı doğasıyla ilgili olarak da, Onlar [Avrupalılar] bize neden her yerde Atatürkün resimleri ve heykelleri var diye soracaklar, dedim."
Savcı iddianamesinde Yaylanın Atatürkten "bu adam" diye söz ederek Atatürkün anısına hakaret ettiğini öne sürdü. İddianameye göre profesör hakkında yapılmış sekiz ayrı şikayet başvurusu vardı.
Bu provokasyonların hemen sonrasında, Gazi Üniversitesi, Profesör Yaylayı bu ihtilaf nedeniyle görevinden uzaklaştırdı ama Yayla daha sonra görevine iade edildi.
Profesör Yayla siyasi olarak, sosyalizme yönelik derin düşmanlığı ile bilinen bir liberal. Düzenli olarak Türkiyede yayınlanan İslamcı günlük gazetelere makaleler yazıyor. Bununla birlikte Yayla, özellikle ordunun ve devletin diğer kesimlerinin içindeki, siyasi ve ekonomik güçlerinin daha da zayıflamasına yol açabilecek her türlü siyasi muhalefet ifadesini ezmek isteyen, aşırı milliyetçi güçlerin saldırısına uğradı.
Yaylayı temsil eden avukatlar basına yaptıkları açıklamada kararı derhal temyiz edeceklerini söylediler. Yayla kendisiyle bir görüşme yapan BBCye eğer gerekirse davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşımaya hazır olduğunu söyledi.
Yayla, 6 Aralık 2006daInternational Herald Tribunede yayınlanan bir makalesinde kendisine karşı yürütülen kampanyanın nasıl başladığını anlatmıştı. "Panelde [merkezi İzmirde olan günlük gazete Yeni Asır için çalışan] bir yerel gazeteci dahil, yalnızca 37 katılımcı vardı. [Yeni Asır muhabiri] Bana Kemalizmin kimi yanlarıyla gerilemeye tekabül ettiğine dair sözlerimi yanlış duyup duymadığını sordu. Ona beni yanlış anlamadığını söyleyerek cevap verdim ve bu konuları soğukkanlılıkla ve düşmanca tutum almadan tartışmamız gerektiğini belirttim."
Ertesi gün Yeni Asır gazetesi baş sayfasında, Yaylayı "Atatürke söven ve hakaret eden" bir hain olarak kınayan bir haber yayınladı. Bu habere "Haince sözler" başlığı eşlik ediyordu. Gazete aynı zamanda AKPnin İzmir İl Örgütü yöneticilerini Atatürke yönelik bu "hakaretler" karşısında sessiz kalmakla suçladı.
Buna karşılık AKP il yöneticileri kendilerini derhal Yayladan ayırarak, onun Atatürk ve dönemi ile ilgili yorumlarından çok rahatsız olduklarını söylediler. Bu bütünüyle ikiyüzlü bir tutumdu, çünkü İslamcıların -hem "ılımlılarının" hem de "aşırılarının"- Atatürke karşı derin bir antipati besledikleri bir sır değil. Ne var ki, kendilerine karşı Türk ordusunun başını çektiği bir kampanyanın sürdürüldüğü bir zamanda, AKP yöneticileri bu utanç verici oportünist manevrayı yapmayı tercih ettiler.
Maocu-Kemalist İşçi Partisi bu olayda da bir kez daha tehlikeli ve tiksindirici bir rol oynadı. Gazi Üniversitesine Yaylayı vatana ihanet etmekle suçlayan ve derhal görevden uzaklaştırılmasını talep eden faks mesajları yağdı. Bu provokasyon, Türkiye Gençlik Birliği (TGB) adını taşıyan, perde arkasında İşçi Partisi tarafından kontrol edilen, sözde "sol" Kemalist bir gençlik örgütü tarafından düzenlenmişti.
TGB genel sekreteri Osman Yılmaz, 27 Kasım günü Yüksek Öğretim Kuruluna, Yaylanın kamu görevinden ve öğretim üyeliği mesleğinden derhal çıkarılmasını isteyen bir dilekçe verdi. Yılmaz ve bazı TGB yöneticileri dilekçeyi vermeden önce bir basın açıklaması yaparak Yaylayı, "ABD ve AB yetkililerinin Atatürk ve Türkiye Cumhuriyetine karşı yürüttükleri yalan ve iftiraları," tekrarlamakla suçladılar.
Basın açıklaması sırasında Yılmaz, Atatürke hakaret etmenin düşünce özgürlüğü kapsamında yer almadığını öne sürdü ve "Hiç kimse Atatürk düşmanlığı yaparak ifade özgürlüğünün arkasına sığınamaz," dedi.
Profesör Yaylaya yapılanlar İslamcı hükümete karşı Türk ordusunun başını çektiği kampanyanın, geçen yıl 22 Temmuz seçimlerinde AKPnin elde ettiği seçim zaferi ile büyük bir darbe yemiş olmasına karşın devam etmekte olduğunu açıkça gösteriyor.
AKP hükümeti, geçtiğimiz Ekim ayında generallere kuzey Irakta, Kürdistan İşçi Partisine (PKK) karşı sınır ötesi harekâtlar düzenleme izni vererek, içerde ordunun elini güçlendirdi. Bu, Profesör Yaylanın da içinde yer aldığı liberal çevrelerce dillendirilen, AKPnin generallerin etkisini azaltacağı ve daha fazla demokrasi getireceği umutlarının bütünüyle bir yanılsama olduğunun açık bir işaretidir.
Ayrıca, AKPnin 2002 yılında, 2001 yılının Şubat ayında yaşanan yıkıcı mali krizden kısa süre sonra iktidara gelmesinden bu yana, GSYİHdaki yıllık artış ortalaması yüzde 6,6 oldu. Bu, asıl olarak, düşük küresel faiz oranlarıyla birlikte, Türkiyenin sağladığı çok yüksek getirinin -yani içerideki reel faiz oranı ile düşük döviz kuru arasındaki farktan elde edilen arbitraj kazançlarının- itici gücünü oluşturduğu büyük miktardaki sermaye akışının bir sonucuydu.
AKP hükümeti -bir ölçüde rastlantısal olarak- Türkiye için çok elverişli bir uluslararası ekonomik ortamda iktidar oldu. 2002 yılında mali piyasalar 1997 Asya krizinin etkilerini üzerinden atmış ve uluslararası sermaye Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere akmaya başlamıştı.
Dünya kapitalist sisteminin yoğun bir ekonomik ve siyasi çalkantı dönemine girdiği bir zamanda Türkiye kapitalizmi çok kırılgan bir durumda. Ülke, artan enflasyona ek olarak sürekli olarak artmakta olan cari işlemler ve dış ticaret açıklarının yükü altında.
Hiç kuşku yok ki, bu yeni ekonomik dönemde işçi sınıfı ve halkın diğer kesimleri asıl bedeli ödeyen taraf olarak daha fazla yoksulluğa ve borca batarken, ordu bu yeni ekonomik dönemi AKPye karşı yürüttüğü kampanyaya yeniden hız kazandırmak için bir fırsat olarak görecektir.