DSWS : DSWS/TR : Haber ve Analiz : Bölgesel haberler : Avrupa Birliği
Yazıcıya hazırla
Avrupa kitlesel işçi sınıfı mücadelelerinin ön gününde
Ulrich Rippert
15 Mayıs 2013
İngilizceden çeviri (7 Mayıs 2013 )
Avrupadaki toplumsal karşı-devrim çarpıcı biçimler alıyor. Son raporlara göre, Avrupa Birliği içinde 26 milyon insan işsiz ve bunların altı milyonu İspanyada, beş milyonu ise Fransada bulunuyor. İspanya ve Yunanistandaki resmi işsizlik oranı yüzde 27 ve bu oran gençler arasında yüzde 60ı buluyor.
Almanyada, resmi işsizlik oranı yalnızca yüzde 7 ama bu, Hartz yasaları eliyle yaratılmış olan ve sürekli büyüyen düşük ücretliler sektörünü görmezden gelmektedir. Almanyada istihdam edilen toplam 42 milyon insandan yalnızca 29 milyonu sosyal güvenlik kapsamında bulunuyor. 4 milyonu saatte 7 avrodan düşük ücret alan diğerleri güvencesiz işlerde çalıştırılıyor.
Günümüzde, Avrupa içindeki bölünme, Berlin Duvarı ve "Demir Perde" günlerinden çok daha derindir. Tüm kıtada, zenginler ile yoksullar arasında sürekli büyüyen bir uçurum açılmaktadır. Küçük ve ahlaksızca zengin bir azınlık topluma kendi iradesini dayatırken, kiralarını ödeyemeyen ya da eğitim masraflarını karşılayamayan insan sayısı her gün artıyor.
Suçlu bir mali seçkinler kesimi politikaları belirliyor. Vergi yükümlülerinin ödediği toplam 1,6 trilyon avro sorunlu bankalara aktarılmış durumda ve bunun sonucunda oluşan devlet borçları, sosyal yardımlarda, eğitimde ve emeklilik maaşlarındaki kapsamlı kesintiler biçiminde, halkın zararına finanse ediliyor.
Avrupa Birliği, 1930lardan bu yana yaşanan en büyük ekonomik kriz karşısında, gerçek yüzünü gösteriyor. Bu, düzen partilerinin propagandacılarının iddia ettiği gibi, "Avrupanın birliği"nin cisimleşmesi değil; mali sermayenin Avrupa üzerindeki egemenliğidir. Avrupa Birliği, başlangıçta iddia edildiği gibi, Alman emperyalizminin bir Avrupa konfederasyonuna dahil edilmesine ve zaptedilmesine hizmet etmemekte; doğrudan ve açık bir şekilde, çoğu Almanyada bulunan en büyük ve en güçlü bankalarla şirketlerin aracı işlevini görmektedir.
Alman hükümeti, avroyu ve Avrupa Merkez Bankasını (AMB), Avrupadaki güçsüz ülkeleri yağmalayan ve onlara hükmeden sermayeyi Almanyaya yönlendirmek için kullanmaktadır. O, seçilmiş hükümetleri istifaya zorluyor ve onların yerine kendi seçtiği teknokrat hükümetler geçiriyor. O, parlamentoların kararlarını bir yana bırakmakta ve hukuk normlarını ayaklar altına almaktadır.
Brükselden ve Berlinden gelen dayatmalar sosyal refah sistemlerini ortadan kaldırmakta, milyonlarca emekliyi edinmiş oldukları tasarruflardan zorla mahrum etmekte ve çok sayıda aileyi yoksulluğa ve sefalete sürüklemektedir. 70 yıl önce, Avrupayı Naziler ve Alman Ordusu kasıp kavurmuştu. Bugün aynı şeyi yapanlar, Avrupa Birliğinin "troyka"sı ve Deutsche Bankdır.
Bu koşullar altında, toplumsal gerilimler yoğunlaşıyor, hayal kırıklığı ve öfke hızla artıyor. Halkın geniş kesimleri, sosyal haklara yönelik sonu gelmez saldırılar karşısında, kapitalizmin ekonomik olarak yaşayabilirliğine ve manevi geçerliliğineilişkin bütün güvenlerini yitiriyorlar. Burjuva medyası, şimdi, açıkça, Avrupanın "bütünüyle yanmasının" ne kadar süreceğini tartışıyor.
Yunanistandaki, İspanyadaki ve Portekizdeki halk direnişi, sendikaların ve sahte sol örgütlerin seferberliklerin etkisiz kalmasını ve mevcut hükümetlere ve Avrupa Birliğine meydan okumamasını garantiye aldığı bir günlük genel grevler ve protestolar yoluyla heba edildi.
İşçilerin, gençlerin, işsizlerin ve emeklilerin çıkarları, Avrupanın resmi politikasında hiçbir ifade bulamamaktadır. Bununla birlikte, alttan alta, devasa bir toplumsal ve siyasal fırtına geliyor.
Buna karşılık olarak, siyasi partiler saflarını kapatıyorlar. Kendilerini ister tutucu, liberal, sosyal demokrat, yeşil isterse sol olarak adlandırsınlar, düzen partilerinin hepsi ABnin kemer sıkma yönelimini destekliyor ya da halk muhalefetini sağcı, şovenist kanallara saptırmaya çalışıyorlar.
Sendikalar her zamankinden daha açık şekilde devlet aygıtlarına uyarlanıyor. Onlar, kendi egemen sınıflarının "ulusal çıkarlar"ını savunuyor ve şirketlerin toplu işten çıkarmaları ve ücretlerde ve sosyal yardımlarda kesintileri dayatacak yüklenicileri işlevini görüyorlar.
IG Metall [sendikası], GM-Opelde, Bochumdaki fabrikanın kapatılmasını örgütleme ve her türlü direnişi ezme görevini üstlendi. Alman otomotiv sektöründe II. Dünya Savaşından bu yana gerçekleşen ilk fabrika kapanmasının ana planı IG Metallin merkezinde hazırlandı. Sendika, bunun ardından, Bochum hariç, Almanyadaki her bir Opel fabrikasında onaylattığı bu planı kabul ettirmeye çalıştı.
Bochum işçileri, IG Metall tarafından sistematik olarak yalıtıldılar. Fabrikadaki yerel sendika görevlileri, işgücünün herhangi bir bağımsız hareketini bastırmak için fabrika polisi işlevi görmektedir.
Almanyadaki kamu sektörü sendikası Verdi, benzeri bir yolu Lufthansada izliyor. Tüm Avrupada, işçiler, sendikaların bürokratik deli gömleğinden kurtulmaya çalışıyor.
Egemen sınıf, 80 yıl önce yapmış olduğu gibi, demokratik haklara yönelik saldırılarla ve içeride devlet aygıtını, dışarıda ise militarizmi güçlendirip, toplumsal gerilimi arttırarak tepki gösteriyor. Demokratik seçimler, anlamsız bir maskaralığa dönüşmüş durumda.
Hükümet politikaları, seçmenlerin iradesine aldırmaksızın, mali piyasalar tarafından belirleniyor. Şubat ayında, İtalyadaki seçmenler, Monti hükümetinin kemer sıkma politikalarını topyekûn reddettiler. O, kapalı kapılar ardında iki ay süren siyasi pazarlığın ardından, tam da aynı yolu izleme sözü veren büyük bir koalisyon hükümetiyle bu işi yeniden üstlendi.
Almanyada, Eylül ayında yapılacak seçimleri kim kazanırsa kazansın, gelecek hükümetin politikalarını şirket çıkarları belirleyecek.
Tüm Avrupada, devlet aygıtları güçlendiriliyor ve devlet gözetimi yoğunlaşıyor. Almanyada, Federal Anayasa Mahkemesi, polisin ve istihbarat örgütlerinin ayrılığını büyük ölçüde ortadan kaldırdı ve ordunun ülke sınırları içinde savaş görevini yasallaştırdı. Onun rol modeli, 11 Eylül saldırılarından bu yana, İç Güvenlik Bakanlığı biçiminde güçlü bir casusluk ve polis aygıtı inşa etmiş olan ABDdir.
Yunanistandaki SYRİZA, Fransadaki Sol Parti, İtalyadaki Komünist Yeniden İnşa ve Almanyadaki Sol Parti gibi sözde "sol" partiler ve onların sahte solcu destekleyicileri, burjuva düzenin sürdürülmesinde ve işçilerin siyasi olarak baskı altında tutulmasında özellikle zararlı bir rol oynuyorlar.
Onların hepsi, Avrupadaki toplumsal karşı-devrimin en önemli aleti olan Avrupa Birliğini savunuyor. Bu partiler, iktidarı aldıklarında, sosyal harcamaları kesecek ve devlet aygıtlarını güçlendirecekler.
Almanyadaki Sol Parti, Berlin Senatosunda Sosyal Demokrat Partinin yanında iktidarda olduğu 10 yıl boyunca, yalnızca yoğun sosyal saldırılardan değil, aynı zamanda, eyaletin Polis Yasasının güçlendirilmesinden de sorumluydu. Sol Parti, üç yıl boyunca maliye bakanlığı görevini üstlendiği Brandenburgda, kemer sıkma politikalarını dayatmada ve kamu sektöründe 8.000 iş kesintisi yapmada başrolü oynadı.
Bu partilerin gerici politikalarının derin nesnel kökleri vardır. Onlar, işçi sınıfına yönelik saldırılardan ve onun üzerindeki sömürünün yoğunlaşmasından maddi yarar sağlayan varlıklı bir toplumsal tabakayı temsil etmektedirler. Onlar, ne tür "solcu" etiketler taşırlarsa taşısınlar, işçi sınıfına düşman sağcı partilerdir.
Almanya İçin Alternatif partisinin gerici milliyetçi avro karşıtı yöneliminin Sol Partinin önderleri Oscar Lafontaine ve Sarah Wagenknecht tarafından benimsenmesi, bu iki örgütün benzerliğini gözler önüne sermektedir.
Verili aşırı toplumsal ve siyasi kriz ortamında, işçi sınıfının yeni bir devrimci önderliğinin inşası büyük bir önem kazanmaktadır. Bu görev, yalnızca, Dördüncü Enternasyonalin Uluslararası Komitesinin, merkezine Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri uğruna mücadeleyi koyan programatik temelleri üzerinde yerine getirilebilir.
Sayfanın başı
Okuyucularımız: DSWS yorumlarınızı bekliyor. Lütfen e-posta gönderin.
Telif Hakkı 1998-2017
Dünya Sosyalist Web Sitesi
Bütün hakları saklıdır
|